TEFENNİ'DE IŞIKLAR SÖNÜYOR
1940’lı yıllar, Tefenni için adeta bir duraklama dönemiydi. İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı küresel ekonomik ve sosyal çalkantılar, bu küçük Burdur ilçesinde de derinden hissedildi. Savaşın getirdiği belirsizlikler ve zorluklar, Tefenni’nin sosyo-ekonomik yapısını olumsuz etkiledi. Özellikle, ilçenin önemli bir simgesi olan Süvari Alayı’nın kapatılması, Tefenni için büyük bir kayıp oldu. Bu durum, hem ekonomik hem de sosyal açıdan ilçeyi derinden sarstı. 1930’lu yıllarda 3000 civarında olan merkez nüfusu, 1940’larda 2500’e kadar geriledi. Ticari hareketlilik ciddi şekilde azaldı, ekonomi zayıfladı ve bazı tüccarlar iş yerlerini kapatarak Burdur’a göç etti. Aynı şekilde, Tefenni’nin ileri gelen bey ve ağalarından bazıları da arazilerini satarak ilçeyi terk etti ve ticari faaliyetlerini Burdur’da sürdürmeye başladı.
Buna rağmen, Tefenni’nin temel geçim kaynakları olan tarım ve hayvancılık, bu zorlu dönemde ayakta kalmayı başardı. Yerel halk, çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sürdürdü; özellikle hayvancılık, ilçede oldukça yaygındı. Tarımda hububat ürünleri ön plandaydı; buğday, arpa ve çavdar ekimi yoğun bir şekilde yapılırken, sebzecilikte patates ve soğan üretimi öne çıkıyordu. Meyvecilik ise bu yıllarda önemli bir gelişme göstermiş, Tefenni’nin meyveleri Burdur, İzmir ve hatta İstanbul gibi büyük şehirlere gönderilerek ekonomik bir değer yaratmıştı.
Tefenni’nin sosyal ve ticari hayatı, savaşın gölgesinde olsa da tamamen durmamıştı. İlçede iki lokanta ve çok sayıda kahvehane bulunuyordu. Kahvehaneler, halkın bir araya geldiği, sohbet ettiği ve günlük hayatın nabzını tuttuğu önemli mekanlardı. Bahattin Çiftçi’nin işlettiği han ve belediyenin işlettiği, temizliğiyle dikkat çeken bir diğer han, ilçenin konaklama ihtiyacını karşılıyordu. Bunun yanı sıra, Tefenni’nin ileri gelenleri tarafından kurulan Şehir Kulübü, sosyal hayatın merkezi konumundaydı. Kulübün içinde bir lokanta bulunan gazinosu, ilçenin kültürel ve sosyal etkinliklerine ev sahipliği yapıyordu.
Tefenni’nin İş İnsanları 1945
Ahmet Sayın - Manifatura
Ahmet Çömek - Tüccar ve çiftçi
Abdurrahman Kaya- Tüccar
Ahmet, Ali, Mehmet Öztekin -Tüccar
Bahattin Çiftçi - Manifatura
Enver Çiftçi – Otel İşletmecisi
Fahrettin Çiloğlu -Tüccar
Hilmi Karapınar - Tüccar ve çiftçi
Kadir Peker - Manifatura
Kâzım Çömek - Tüccar ve çiftçi
Mehmet Doğan ve kardeşleri Tüccar
Mustafa Tüzün Manifatura
Nuri Sanlı - Manifatura
Süleyman Peker - Tüccar ve çiftçi
Tefenni’nin su kaynakları, ilçenin ihtiyaçlarını karşılamada önemli bir rol oynuyordu. Kocapınar, Devlet Kavağı ve Yokuşbaşı pınarları, sadece yerel halkın su ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda ilçenin tarım ve hayvancılık faaliyetlerini destekliyordu.
Ancak sağlık hizmetleri açısından Tefenni, bu dönemde oldukça sınırlı imkanlara sahipti. İlçede hastane bulunmazken, yalnızca 4 yataklı bir dispanser sağlık hizmetlerini yürütüyordu.
1940’lı yıllar, Tefenni’de bazı önemli kurumsal gelişmelere de sahne oldu. Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) teşkilatı, 1941-42 yıllarında ilçede faaliyetlerine başladı. İlk etapta basit tahta barakalardan oluşan binalarda hizmet veren TMO, 1944-45 yıllarında modern depolar ve binalar inşa ederek çiftçilerin ürünlerini satın almaya başladı. Bu, yerel ekonomiye bir miktar hareketlilik kazandırdı.
Ayrıca, 1948 yılında İsparta Orman İşletme Müdürlüğü’ne bağlı olarak Tefenni’de Orman İşletme Şefliği kuruldu. Bu şeflik, ilçenin orman kaynaklarının yönetilmesi ve ekonomik değerlendirilmesi açısından önemli bir adım oldu.
Kültürel ve sosyal hayat, Halkevi’nin faaliyetleriyle renkleniyordu. Halkevi, kütüphanesi ve düzenlediği etkinliklerle ilçenin kültürel merkezi konumundaydı. Özellikle Süvari Alayı’nın ilçede bulunduğu yıllarda, Halkevi tarafından alayın yararına düzenlenen yağlı güreşler büyük ilgi görüyordu. Türkiye’nin en iyi pehlivanlarının katıldığı bu güreşler, coşkulu ve çekişmeli geçerdi, Tefenni halkı için önemli bir eğlence kaynağıydı. Ancak alayın taşınmasıyla bu gelenek de sekteye uğradı.
Eğitim alanında ise Tefenni, oldukça kısıtlı imkanlara sahipti. İlçede yalnızca merkezde bir ilkokul bulunuyordu. Tefenni’ye bağlı 27 köyde ilkokul vardı.
Sonuç olarak, 1940’lı yıllar Tefenni için hem ekonomik hem de sosyal açıdan zorlu bir dönemdi. Savaşın gölgesinde yaşanan nüfus kaybı, ticari durgunluk ve göçler ilçeyi etkilese de, tarım, hayvancılık ve bazı yeni kurumsal yapılar sayesinde Tefenni, ayakta kalmayı başardı. Sosyal hayat, kahvehaneler, hanlar, Şehir Kulübü ve Halkevi gibi mekanlarla sınırlı da olsa devam etti. Bu yıllar, Tefenni’nin dayanıklılığını ve yerel dinamiklerini koruma çabasını yansıtan bir dönem olarak tarihe geçti.
Devam edecek....

1951 yılında Bulgaristan'daki baskılardan yurdumuza getirilen 150-200 soydaş ailemiz, devletin sağladığı imkânlarla Tefenni'ye yerleştirildi.
Kalacak yer sıkıntısı nedeniyle bu ailelerden bazıları Kır Mahallesi’ndeki boş evlere, bazıları yokuş Mahallesi’ne, bir kısmı ise Büyükalan ve diğer köylere Karamanlı'ya dağıtıldı. Devlet, göçmenlerin barınması için Zafer Mahallesi’nde tek katlı evler inşa etti.
Göçmenler, geldikleri yerlerde tarımla uğraştıkları için uyum sağlamaları adına tarım yapılan bölgelere yerleştirildi. Geçimlerini sürdürebilmek için amelelik ve hamallık yapanlar olduğu gibi, devletin tarla verdiği bazı aileler tarımla hayatını devam ettirdi. Tarım ve büyükbaş hayvancılıkta deneyimli olan göçmenler, Tefennililere bu alanlarda çok şey öğrettiler.
Göçmenler, dokumacılıkta da ustaydılar ve özellikle yolluk kilim dokumacılığıyla tanındılar. Tefenni’de neredeyse her evde bir göçmen yolluğu bulunurdu, bu kilimler hem günlük kullanımda hem de kültürel bir miras olarak değer gördü.
Göçmenler, inançlarına sıkı sıkıya bağlıydı. Göçmen Camisi’nin inşa edilmesinden sonra cami imamlığına göçmen İbrahim Dindar Hoca getirildi. İbrahim Hoca, Kuran kurslarında çocuklara Kuran-ı Kerim öğretirken, göçmen kadınlar mevlitlerde Kuran okuyup dua ettiler ve kadın cenazelerinin gassallığını üstlendiler, böylece dini ve sosyal hayatın önemli bir parçası oldular.
Osman Gülmen, 1969 yılında Bulgaristan’dan Tefenni’ye göç etmiş ve burada Tefenni Belediyesi’nde muhasebecilik, Tefenni Lisesi’nde ise kâtiplik yapmıştır. Ailesi ve kardeşleri, 1951 yılında Tefenni’ye yerleşmiş olup, kardeşi “Ak Mehmet” olarak bilinir ve vefat etmiştir. Osman Gülmen, Fatih Şimşek ile birlikte derin araştırmalar yaparak Tefenni kitabını yazmıştır. Bu süreçte Osmanlı salnamelerindeki Tefenni bilgilerini bizzat kendisi tercüme etmiş ve Ankara’daki Milli Kütüphane’de Fatih Şimşek ile araştırmalar gerçekleştirmiştir.
Tefenni Ortaokulu Müdürü Mithat Erden, “Anılar” kitabında bu göçmenlerin bölgeye katkılarını detaylıca aktarmıştı.
1951 yılında Bulgaristan’dan büyük bir göç oldu. Mevsim kıştı. Her taraf buz kesmiş kar doğayı örtmüştü. Kışı geçirmek üzere her ilçeye 100-200 kadar göçmen ailesinin yerleştirilmesine çalışılıyordu. Tefenni’ye de çoluk çocuğu perişan, renkli yatakları ıslak, eşyaları darma dağınık büyük miktarda göçmen gelmiş, ortalıkta kalmıştı.
Sonradan bir çok illerde Valilik yapan kaymakam Zekeriya Çelikbilekli ile kolları sıvadık. Öğrencilerimiz ve öğretmenlerimizle Cumartesi günleri ayrı ayrı kasabalarda kurulan pazarlara gidiyor, halkı yardıma çağırıyorduk. Kürsüye çıkıyor, pazara gelen halka zalim göçün nedenlerini, Türklüğü Balkanlardan çıkarmak için başvurulan bu çirkin metotları anlatıyor, hüngür hüngür ağlatıyorduk.
Okulun hademesi Kamile Bacı katıldığı bir toplantıdan sonra eve gelip bizim hanıma ağlıya ağlıya “Yine Müdür bey konuştu. Hepimiz ağleştik,” demişti. Gerçekten herkes dört elle sarılıp ilçeye gelen göçmenlere kucağını açtı ve o kışı rahat geçirmeleri sağlandı
Bir gün okulumda kapım çalındı. İçeri orta boylu, kısa saçlı bir göçmen girdi. "Efendim, ben dört çocuk babasıyım ve ne yapacağımı şaşırdım. Çocuklarımın karnını zar zor doyuruyorum. İş yok, gücüm yok, lütfen bize yardım edin," dedi. Bulgaristan’da ne iş yaptığını sordum. Orada sobacılık yapıyormuş. Ancak yaptığı soba değil, "kuzine"ymiş. Bu kuzinenin üzerinde yemek pişiriliyor, çay kaynatılıyor ve aynı zamanda evi ısıtıyormuş. "Elimde bir kuzine yapacak kadar param olsa, yapar ve herkese satarım," diye ekledi.
O gün 170 lira maaş almıştım. Çıkarıp 70 lirasını ona verdim. Parayı alınca sevinçle ayrıldı. Birkaç gün sonra yaptığı kuzineyle geri geldi. Gerçekten harika bir şeydi. Kuzine, ince sacdan yapılmış bir gövdeye ve bu gövdenin üzerine takılan, dumanı yukarı çeken uzun borulara sahipti. Gövde içinde yanan odunların isi borulardan anında uçup gidiyordu. Ancak birkaç dakikalık ısınmadan sonra ev yine buz gibi oluyordu.
Ali Usta’nın kuzinesi ise farklıydı. Üst tarafında iki göz, alt kısmında birbirine bağlı birkaç bölme vardı. Kullanılan sac daha kalındı ve içinde linyit kömürü yakılabiliyordu. Böylece hem çay ve su ısıtılabiliyor hem de daha uzun süreli bir ısı sağlanıyordu. Bu kuzine sayesinde hem ormanlar korunacak hem de insanlar daha modern ve sağlıklı bir şekilde ısınacaktı.
İlçe merkezindeki memurlar durumu öğrenince kuzineyi incelemeye geldiler ve çok beğendiler. Ali Usta, o gün tam 6 kuzine siparişi aldı. Sevinçten havalara uçuyordu. Halk da beğenince siparişler ardı arkası kesilmeden devam etti.
Yıllar sonra Burdur’da bir geziye çıkmıştım. Başmaklı adında bir köye gittim. Bu köyde yaşayanların hepsi 1951 Bulgaristan göçmenleriydi. Muhtarın evinde Ali Usta’nın hikayesini anlatırken, muhtar: "Efendim! Bahsettiğiniz Ali Usta şimdi Denizli’de büyük bir kuzine fabrikasının sahibi. Çok zengin oldu. İki oğlu da İstanbul’da tıp profesörü," dedi.
Bu içerik size ne hissettirdi?
-
1
BEĞENDİM
-
0
SEVDİM
-
0
ÜZÜLDÜM
-
0
KIZDIM
-
0
ŞAŞIRDIM
-
0
BEĞENMEDİM
-
0
GÜLDÜM
-
0
ALKIŞ
Yorumlar (0)